İki hayat iki kadın: Behice’nin Yarım Kalan İşleri
Sinem Sal’ın yeni romanı ‘Behice’nin Yarım Kalan Eserleri’ geçtiğimiz günlerde Karakarga Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Sal, Kadıköy’de geçen bu romanı, annesini sadece anne olarak tanıyan kadınlara ve içine sürüklendikleri bir savaşın içinde birdenbire babasını, ağabeyini, erkek işverenini ve erkek sevgilisini bulan kadınlara ithaf eder.
Bu vesileyle kendisine sorularımızı sorduk.
‘Behice’nin Yarım Kalan İşleri’ nasıl ortaya çıktı, yazım süreciyle ilgili bize neler söylemek istersiniz?
Annesini annesi gibi tanıyan, doğal olarak çok az şey bilen bir hanımefendinin hikayesini yazmak istedim. Bu nedenle kitabın adı ‘Behice’nin Yarım Kalan İşleri’dir. Kahramanımız Ayşe Püren, Behice’nin yıllar önce bir Hıdırellez gecesinde gül ağacının dibine gömdüğü dileklerini bulur ve annesi adına bunları gerçekleştirmeye karar verir. Bunu yaparken kendi hayatı da değişmeye başlar. Annesinden kalan kaygıları değişir, sevgisi değişir ve Behice’yi tanımaya başlar.
İki farklı kuşaktan bir hanımefendinin hikâyesini anlatmak istedim. Ayşe Püren de 30’lu yaşlarının başında, Kadıköylü, bir yayınevinde editör olarak çalışıyor ve stand-up komedyeni sevgilisiyle Kadife Sokak’ta bir bodrum katında yaşıyor. Bunlar başlangıçta kurduklarımdı. Sonra bu iki farklı hayatı, iki farklı dili, iki farklı karakteri ve iki farklı zamanı bir örgü gibi bir araya getirdim. Doğal olarak bu seçimlerle birlikte biçim de gerekli değişikliklere uğradı.
‘GERÇEK BİR DİLEKLE İNŞA EDİLMİŞ BİR KÖPRÜ’
Kitap boyunca Ayşe Püren’in annesiyle kurduğu derin bağa tanık oluyoruz. Onları birleştiren şey bana kan bağlarından çok, ortak hayaller ve ortak hayal kırıklıkları olarak geldi. Ne dersiniz?
Aynı anda ortak sorunlar yaşamak. Behice’nin hayatındaki bir diğer olumsuzluk ise Ayşe Püren’in ta kendisidir. Ayşe Püren’in hayatındaki aksilik Ayşe Püren’in ta kendisidir rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu nedenle annesinin endişelerini yendiğinde hayatı kendi başına yaşama cesaretini bulur.
Ailemizin değil, arkadaşlarımızın gerçek kimliğimizi bildiğini düşünmek her zaman üzücü olmuştur. Behice’yi arkadaşları aracılığıyla anlatmak, genç bir kadının annesini anne olarak değil de sadece insan olarak görmeye başlamasıyla ikisinin arasında bir köprü kurar. Yeni, organik, emek yoğun bir emek ve samimi bir istekle kurulan bir köprü. Hikaye, biyolojinin ötesinde kurulan bu bağ üzerinden anlatılıyor. Ayşe Püren annesinin isteklerinin peşinden giderken, bekar bir anne adayı olarak kendi bahar tatilinin ateşini yakar.
Yarım kalan, ölü rüyaların -bir hayalet gibi- dirilip kalanları rahatsız ettiğini mi sanıyorsunuz? Onlardan nasıl kurtulurum?
Artık hayatta olmayan birinin yarım kalan hayalleri maalesef bizi kendi hayatımızı yaşamaya itmekten başka bir işe yaramıyor. TedX konuşma ilhamı. Sömürülmemiş bir potansiyel, doğru dürüst yaşanmamış bir aşk, olması gereken yere gitmeyen bir hayat biz geriye kalanlara bir olasılık sunuyor: yaşama olasılığı. Şanslıysak henüz vaktimiz varken bencilce empatiyle gelen bu kalbe sahip oluruz.
Ayşe Püren erkeklerle, erkeklerin dünyasıyla her an çatışır. Babası, ağabeyi, işvereni, sevgilisi… Bu durum Ayşe Püren’i hem üzüyor hem de varlığına katkı sağlayan bir adım atıyor. Bu ilişki hakkında neler söylemek istersiniz?
Ayşe Püren’in sevgilisini yarı ezik olarak nitelendirmek mümkün. İlk başta ayak uyduramayan bir stand-up komedyeni mükemmel bir aşık gibi görünür. Çalışamamasının en büyük kanıtı Ayşe Püren’i güldürememesidir. Mutsuzlukla insan ölür ya da üzerine bir hayat kurulur. Rakı sofrasına oturduklarında 20’yi söyleyerek kısa sürede kalkacaklarını ima eden babası, annesinin öldüğü gün mirası paylaşmaya çalışan ağabeyi, şiirden anlamayan işvereni ve eşi. Ayşe Püren’e IKEA taksitleri veren sevgili ve gidince bunalıma giren… Ayşe Püren Ellerinde bu kadar. Yani eski hayatından kaçmak isteme motivasyonu; Yeni bir hayata başlamak için yeterli araçları var.
‘KADIKÖY KENDİ KÜLTÜRÜNÜ KORUMAKTA BAŞARILI’
Behice’nin Yarım Kalan Eserleri bir Kadıköy romanıdır. Anlatıcısı olan ve günümüzde geçen bir Kadıköy romanı yazmanın artıları ve eksileri hakkında neler söylemek istersiniz?
İlk romanım, çocukluğumun bir bölümünün geçtiği Hasköy’de geçti. Kadıköy ilk gençliğimin her gününü geçirdiğim, beni şekillendiren, doğru müziği, sağlam şiirleri, harika yazarları, kimsenin dönüp dönüp bakmadığı harika sinemaları öğrettiğim bir semt. Ayşe Püren’in ilk gençliğinde duvarına astığı afişlerin, otobüste kulağına tıkadığı müziklerin, internette kaçak izlediği filmlerin, ikinci el aradığı kitapların kaynağı ancak Kadıköy olabilirdi. Kitapçılar. Çünkü Kadıköy bir şekilde kendi kültürünü savunmayı başardı. Muhtemelen yeri terk etmeyen insanlar sayesinde.
‘CEP TRAVMA SONUNDA KOMEDİYE DÖNÜŞÜYOR’
Kitabın drama-komedi dengesi de dikkat çekici. Biraz bundan bahsedelim, olur mu?
İkisini birbirinden ayırmak bana pek mümkün görünmüyor. Travma sonunda komediye dönüşür. Kaçınılmaz. Ya da tam tersini açıklamak mümkün: Komedinin arkasında bir travma var. Yine de mizahı neşeli olarak tanımlamayı tercih ederim. Bu nedenle hem ‘Behice’nin Yarım Kalan İşleri’ hem de ‘Bizim Zaman’ın keyifli bir dram türü olduğunu düşünüyorum. Hayatlarının dramından kurtulan insanların zaman içinde kaçınılmaz olarak buldukları bir strateji. Kurtulanlar arasında Ayşe Püren de var.
Günümüzde kadın sorununu ele alan çeşitli eserler üretilmektedir. Sizce etkili bir muhalefet yolu olarak edebiyatın hayatımızdaki yeri nedir?
Sevgi Soysal’ın Tante Rosa’sını, Latife Tekin’in Yasemin’ini, Figen Şakacı’nın Pala Hayriye’sini, Birhan Keskin’in şiirlerini, Suat As’ı, kadın hareketinin içinde olmayan, dava açmaya gerek duymayan, mahkeme kararı beklemeyen bir kadın yazdı. Derviş’in Fosforlu Cevriye’sini, Tomris Uyar’ın günlerini ve Didem Madak’ın mısralarını okurken örgütlü çabaya yıllarını verir.
Son zamanlarda ne yapıyorsun? Yeni bir çalışmanız var mı?
Our Time’ın sinematik kimyası yapımcıların dikkatini çekti. Kitabın uyarlamasıyla başlayan çalışmalar, benim isteğim üzerine iki orijinal senaryoya daha dönüştü. Şimdi onları yazıyorum. Ben de her gün Google’da yeni bir hastalık arıyorum. Boğazım düğümlendiği için gittiğim beş doktordan sonra Globus Hysterius diye bir şey olduğunu ve Esmeray’ın haklı olduğunu öğrendim.